Siyaset bilimci Prof. Ümit Özdağ, Türkiye’nin en bilinen jeopolitik uzmanlarından. Yıllardır bu alanda ve terörizm konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen Özdağ, 2005’ten 2015’e kadar 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı olarak görev yaptı. 2015’te TBMM’ye seçilince aktif başkanlık görevini bırakarak 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik tabloyu sert bir dille eleştiren Özdağ, Suriye’nin mevcut halinden Adalet ve Kalkınma Partisi’ni sorumlu tutuyor. Özdağ ile Suriye’den PKK’ya, IŞİD’den Irak’a pek çok konuyu konuştuk.
(Not: Röportaj, Özdağ'ın MHP Genel Başkan Yardımcılığı'ndan istifa etmesinden önce yapılmıştır.)
Şu an Türkiye’nin önündeki jeopolitik fotoğraf nedir?
Ortadoğu’da bir bölgesel iç savaş yaşanıyor. Ben buna “Ortadoğu İç Savaşı” diyorum. Bu iç savaşın sıklet merkezi, Irak ve Suriye coğrafyaları ancak Libya ve Yemen’e kadar da uzanıyor. Önümüzdeki dönemde bu iç savaşın Suudi Arabistan’da karşımıza çıkması hiç şaşırtıcı olmamalı. Tabii, Ortadoğu iç savaşından en fazla etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor çünkü bu iç savaş Türkiye’nin sınırında gerçekleşiyor. Ortadoğu iç savaşının önemli unsurlarından birisi olan PYD de, Türkiye’de 1977 – 78’den bu yana terör eylemleri gerçekleştiren PKK’nın alt örgütü. Bu yüzden Suriye’de gerçekleşen her şey, Türkiye’deki terör sürecini de doğrudan veya dolaylı etkiliyor. Suriye’deki iç savaşın başlangıcı olan 2011’den bu yana AKP’nin izlemiş olduğu, Suriye’yi destabilize eden ve parçalanmaya sürükleyen yanlış Suriye politikası, Türkiye’nin menfaatlerini de ağır şekilde ihlal etmiştir.
Bu politikayı nasıl tanımlıyorsunuz?
Suriye’de Esat’ı devirmek tutkusuyla hareket eden ve bunu bir rasyonel seçim değil, akıldışı bir politika olarak benimseyen ama bunun için de bir stratejisi olmayan AKP, Esat’ı devirmek adına önce Müslüman Kardeşler’le (MK) işbirliği yapmıştır. Ama MK’in gücünün Esat’ı devirmeye yetmeyeceğini anlayınca Selefi cihatçı unsurları desteklemeye başlamıştır. Esat’ın etkisinin zayıflayınca PKK Suriye’nin kuzeyinde bugün iki Lübnan büyüklüğündeki coğrafyayı kontrol ediyor. PKK, Türkiye’ye güç projeksiyonu yapıyor, Türkiye içerisinde terör eylemleri gerçekleşiyor, kent çatışması üzerinden iç savaş koşulları oluşturmaya çalışıyor. Bunlar da Ayn-el Arab’dan koordine ediliyor. Ayn-el Arab’da kazanılan deneyimler Türkiye’ye taşınıyor. Türkiye’de “Kobaniler” oluşturulmaya çalışılıyor. AKP hükümeti bu noktada burnunun ucunu görmemiş ve bugünkü sonucun ortaya çıkmasını sağlamıştır.
PKK Türkiye’nin dikkatini Sur’a, Cizre’ye çekerken Suriye’den de uzaklaştırıyor, buraya odaklayarak Suriye’deki operasyon alanını daha rahat genişletiyor. Ayrıca AKP’nin akılsızca üretilen politikası PKK’yı hem Rusya hem de ABD ile Suriye’de işbirliği yapar hale getirdi. Türkiye önümüzdeki dönem çok ağır güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalacak. Bu risklere karşı doğru zamanda doğru önlemler alınmazsa, bu güvenlik tehditleri bekâ tehdidine dönüşebilir Türkiye için.
Nedir bu riskler?
PKK terör örgütünün Türkiye’nin bir bölümünde, dış dinamiklerin de etkisiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli birliğini ve bütünlüğünü koruma iradesini ortadan kaldırmasıdır.
“AKP için terörle mücadele bir ilke değil, bir konjonktür meselesi”
Sur, Cizre, Silopi gibi bölgelerde devlet kontrolü yitirebilir mi demek istiyorsunuz?
PKK’nın amacı, bunu devlete kabul ettirmek ve neticesinde de konfederal yetkilere sahip bir federal devlet oluşumunu Türkiye’ye dayatmak. Oysa Abdullah Öcalan ile AKP Hükümeti arasında yapılan pazarlıkta, Güneydoğu’ya sadece “özerklik” verilmesi kabul ediliyor. Ancak PKK bunun az olduğu, Ortadoğu’daki büyük dönüşümün PKK’nın önüne çok daha büyük fırsatlar koyduğu noktasından hareket ediyor. PKK, terörü durdurmak için AKP’nin konfederal içerikli bir federasyonu kabul etmesi gerektiği noktasında ve Türkiye’yi bu noktaya sürüklemeye çalışıyor. PKK’nın amacı, Suriye’de bir federal bölge elde etmek ve Türkiye’de de böyle bir bölgeyi oluşturmak, aradaki sınırı anlamsızlaştırarak daha sonra kurulacak bir başka jeopolitik sarsılmada kurulacak bir Kürdistan’ın altyapısını oluşturmak.
AKP PKK’nın bu amacını engellemeye çalışmıyor mu?
AKP hükümeti PKK ve terörle gerçek anlamda mücadele etmiyor. Bugün yapılan, terörle mücadeleden çok asayiş harekatı görünümü taşıyor. Terörle mücadele uzun vadeli, kapsamlı, çok boyutlu bir mücadeledir. Ama AKP hükümetinde daha çok “nasılsa bir şekilde başladığımız yere döner, tekrar müzakerelere devam ederiz” yaklaşımı hep zihinlerde. En üst ağızlardan söylemeseler bile AKP’nin ikinci derecedeki yetkilileri bunu ifade ediyor. ‘Leyla Zana ile görüşebilir mi’ konusunda da, Cumhurbaşkanı’nın aslında buzdolabını her an açmaya niyetli olduğunu, bunun bir konjonktür meselesi olduğunu görüyoruz. Yani AKP için terörle mücadele bir ilke değil, bir konjonktür meselesi.
Türkiye, Suriye sınırında PKK’nın uzantısı olacak bir Kürt koridoru istemiyor. PYD de burayı almaya çalışıyor. Azez-Cerablus-Mare denen bu bölge, neden önemli?
Normalde Kürt nüfus alanları Türkiye – Suriye sınırında birbirinden kopuk üç bölgede toplanmıştır. PKK iki tanesini yani Haseke ve Kobani’yi birleştirmeyi başardı ve aradaki Türkmen ve Arap bölgelerini de ya kontrol altına aldı ya da etnik temizlik yaptı. Şimdi Kürt Dağı bölgesiyle Ayn-el Arap veya Kobani denen yer arasında kalan Azez – Cerablus Hattı’nı da doldurursa, birleşmiş olacak. Tabii bu, Türkiye – Suriye sınırına sahip olmak demek. Ama bu, Akdeniz’e çıkan bir Kürdistan değil. Akdeniz’e çıkabilmesi için önünde iki yol kalır: Bir, Hatay üzerinden geçmek; iki, aşağıya dönüp Bayırbucak üzerinden çıkmak. Bunlar kolay şeyler değil. Çünkü Bayırbucak’ta hem Türkmen nüfusu var, hem de Aleviler hemen kuzeylerinde bir Kürt devleti çıkmasına kolay kolay evet demezler. Azez – Cerablus arasının doldurulmasını engellemeye çalışmak, AKP açısından önemli. Bir, AKP’nin tüm stratejisi Halep ile ilişkiyi sürdürmek. Bunun kapanması, Halep politikasının bitmesi ve Suriye politikasının da çökmesi demek. AKP’nin Suriye politikasını tahlil ederken, gömleğin birinci düğmesi baştan yanlış iliklendiği için sonra yapılan doğru bir şeyin de çok anlamı olmuyor.
“Düşmanımın düşmanı da düşmandır”
Türkiye karşı çıksa da PYD’nin oradaki varlığına ABD ve Rusya’nın itirazı yok. Türkiye bu sorunu nasıl çözecek?
AKP’nin yönettiği bir Türkiye’nin bu kıskaçtan kurtulma ihtimali çok zor. AKP hükümetleri hakikaten olağanüstü büyük hataları art arda büyük bir bilgisizlikle yapıyor. Ortadoğu politikasını başından beri ilkokul bilgisi ve lise heyecanıyla yönettiler ve bugün Türkiye’yi içinde bulunduğu büyük açmaza soktular. Bugün Türkiye, Suriye coğrafyasında PKK’nın yanına Amerikalıları ve Rusları yerleştirmek ve ikisini de müttefik haline getirmek gibi bir durumu oluşturdu. İnanılır gibi değil. AKP aynı zamanda Mısır, İran, Irak, Suriye ve İsrail ile kavgalı olmayı da başardı. Modern Ortadoğu tarihinde böyle bir şey yok. Ortadoğu tarihinde, “düşmanımın düşmanı dostumdur” diye bir kavram vardır. AKP bunu “düşmanımın düşmanı da düşmandır” şeklinde yeni bir ilkeye dönüştürdü. Bugün Ortadoğu’da kalan tek dostlarının Barzani, Suudi Arabistan ve Katar olduğunu söylüyorlar.
Rusya ve ABD, PYD ve YPG’nin bölgedeki varlığına desteğini nasıl yorumluyorsunuz?
Rusya’nın PKK ile ilişkisi daha çok taktik boyutta ve Türkiye’den intikam almak içerikli bir ilişkiye benziyor. Çünkü Rusya’nın müttefiki Şam ve Esat rejimi, bu savaş kazanıldığı takdirde bu bölgede egemenliğini tekrar tesis etmek isteyecektir. Bu da burada bir PKK devletinin kurulmasının önünde engeldir. Rusya – PKK ilişkisi konjonktürel ama ABD’nin ilişkisi daha farklı, daha stratejik içerikli gözüküyor ve Türkiye’nin milli güvenlik menfaatlerini çok acımasız bir şekilde ihlal ediyor. Mesela ABD ve Türk ordularının Suriye’de olması gerekenler konusunda hemfikir olduğu fakat iki ordu arasında yapılan anlaşmalar askerlerce Washington’a götürüldüğünde, Washington’ın Amerikalı askerleri dinlemek yerine onlara kendi gündemini dayattığı şeklinde bilgiler geliyor. Sonuçta Türkiye’nin menfaatlerini ağır şekilde ihlal eden, tehdit eden bir süreç doğuyor. AKP hükümeti de Türkiye’nin menfaatlerini savunma konusunda yeterince sağlam durmuyor.
Suriye düğümünün nasıl çözülebileceğini düşünüyorsunuz?
Rus ordusu, İran ve Hizbullah Suriye savaşını kazanmak konusunda kararlı gözüküyor. Ama iç savaşlarda öngörmek zordur çünkü aniden dışarıdan beklenmedik bir destek, kuvvetler dengesinde etkili değişimlere neden olabilir. Bugün ABD, Türkiye ve Rusya’nın, Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın Esat karşıtı muhaliflerin yanına koymaya hazır oldukları destek, Rusya’nın koyduğu desteği dengeleyebilecek güçte görünmüyor.
“Suriye, ABD için hayati değil ama Rusya ve İran için hayati”
Rusya, Amerika ve İran Suriye’de nasıl bir çözüme razı olur sizce?
Suriye, ABD için hayati değil ama Rusya ve İran için hayati. Ben hep nükleer pazarlıkta İran’ın muhakkak Suriye’yi de masaya koyduğunu düşündüm. Çünkü İran için nükleer silahta gerilemek taktik bir geri çekilmedir ama Suriye’yi kaybetmek stratejik bir kayıp olur. Hem İran hem de Rusya için son kertede kabul edilebilir olan, Akdeniz kıyısında hem İran’ın hem Rusya’nın çıkarlarını garanti altına alabilecek küçük bir Suriye de olabilir.
Suriye’nin bugün bulunduğu durumun sorumlusu kim?
Bu sorunun açık cevabı, AKP iktidarıdır. Evet, ABD, Suudi Arabistan, Katar da Suriye’de Esat rejiminin devrilmesini istedi ve bu yönde politikaları destekledi. Ancak bu ülkelerin Esat’ı devirme politikaları, Türkiye olmasaydı bu kadar etkin olamaz ve Suriye’de bu kadar büyük bir yıkım ortaya çıkmazdı. Esat’ı devirdiğinizde yerine kimi geçireceğinizi bilmiyorsanız, devirme girişimi içinde olmayacaksınız. Ortadoğu’da lider dış müdahale ile çöktüğü zaman sistem ve devlet de çöküyor. Irak’ın çökmesinden ve şimdi Suriye’nin çökmesinden en fazla zararı Türkiye görüyor.
Sizce Rus uçağını düşürmek doğru bir karar mıydı? Türkiye haklı mıydı uçağı düşürmekte? Bunun sonuçları ne oldu?
Devletler hukuku açısından haklılığımız şüphe götürmez. Ancak bu da, vurmanın doğru olduğu anlamına gelmez. Rusya gibi bir ülkenin uçağını ülke güvenliği açısından tehdit olmadığı halde mesaj vermek için düşürürken, sonraki günlerde ne yapacağınızı planlamalısınız. AKP, Rus uçağını düşürerek, Moskova’nın tüm gücü ile Suriye’ye yerleşmesinin önünü açmıştır. Suriye’ye yerleşen Rusya da Türkiye’yi Suriye’den çıkarmıştır.
Türkiye, Suriye’ye girerse, sonuçları ne olur?
Hava kuvvetlerinizin desteği olmadan Suriye’ye bir kara operasyonu düzenleyemezsiniz. Türk Hava Kuvvetleri ise Suriye hava sahasında Rus uçakları, Rus ve Suriye hava savunma sistemleri ile karşı karşıya kalacaktır. Üstelik ABD ve NATO Türkiye’ye destek ancak Türkiye’nin elindeki imkan ve kabiliyetler sadece kara kuvvetleri ile sınırlı değildir.
100 yıl önce bugünün Ortadoğu’sunu şekillendiren miadını doldurdu deniyor. Mevcut sınırlar değişecek mi?
Irak bugün kağıt üzerinde bir devlettir. Suriye’nin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği, artık Suriye’nin iç dinamikleriyle değil, dışarıdan gelen dinamiklerle karar verilecek bir hususa dönüşmüştür. Libya üçe, Yemen tekrar ikiye bölünmüştür, Sudan bölünmüştür. Bölünme süreçleri devam ediyor. Evet, burada sınırların yeniden çizilmesi büyük bir ihtimaldir.
“AKP yönetimi dış politikayı bilmiyor”
Ortadoğu yeniden şekillenirken, Türkiye de etkili olabilir mi?
Hayır. Böyle bir yönetim anlayışıyla olmaz. AKP yönetimi dış politikayı bilmiyor, güvenlik konusunda en ufak bir ciddi öngörüsü ve tedbiri yok. 1774-1920 arasında yaşananları sanki Sibirya’da gerçekleşmiş olaylar gibi algılıyor. Bunların AKP’li entelektüel ve siyasetçilerin vicdanında ve aklında en ufak bir çizgi yaratmadığını hayretle görüyorum. Reel olarak gücün ne olduğunu bilmiyorlar. Gücü tamamen manevi bir alana indirgiyor ve yumuşak güç unsurlarıyla bütün yapıyı şekillendirebileceklerini düşünüyorlar. Oysa sert güçle desteklenmeyen yumuşak gücün hiçbir şekillendiriciliği yoktur. Ayrıca AKP Türkiye’nin sert gücünü temsil eden TSK’ya karşı Ergenekon sürecinde bir komplonun içinde bulundu ve TSK’yı zayıflattı.
“IŞİD ile Sünnistan’ın sınırları çiziliyor”
Sizce IŞİD nasıl bir yapı? Bu jeopolitik yeniden düzen sürecinde rolü ne? Kimlerin elinde kullanışlı bir yapı?
Doğal sürecin işgal sonrasında ortaya çıkardığı ama aynı zamanda sızılmış bir yapı. Bir çok ülkenin üzerinden kendi milli menfaatlerini gerçekleştirmeye çalıştığı bir terör örgütü. IŞİD’e en iyi sızanlardan biri de, Suriye istihbaratı. Çünkü Irak İslam Devleti’nin en güçlü olduğu alanlardan birisi, Suriye istihbaratının Irak’ta direnişe silah yardımı yaptığı yer, Telafer’di. Ama IŞİD içerisinde Rus, Amerikan, İsrail ve Türk istihbaratlarının da muhakkak kendi uzantıları da var. Ama gördüğümüz şu, ABD IŞİD’i yok etmek için değil, IŞİD’e sınır çizmek için bir operasyon yapıyorlar. IŞİD çok düz bir coğrafyada olmasına rağmen Irak ordusunu stratejik hava bombardımanıyla yok eden ABD, IŞİD’i sadece zayıflatıyor. Ortadoğu İç Savaşı’nda Irak ve Suriye’nin Sünni Araplarına bir ülke kurmak için IŞİD etkili bir şekilde kullanılıyor. Sunni Araplara sınır çizilirken özellikle Irak Anayasası’nda tartışmalı bölgelerin KDP ve KYB’nin eline geçmesini IŞİD’in eylemleri sağlıyor. Suriye’de ise PKK/PYD’nin IŞİD’in elindeki Arap ve Türkmen bölgelerini IŞİD’den alarak işgal ettiğini ve etnik temizliğe tabii tuttuğunu görüyoruz. Bu arada Amerikalı neorealist düşünürler, IŞİD ile yaşamanın ortak zemininin bulunması gerektiğini söylüyorlar: Eskiden Çinli komünistlere de terörist diyorduk oysa şimdi bir devlet. Özetle söz konusu olan IŞİD’in yok edilmesi değil, IŞİD’in böylece Sünnistan’ın sınırlarının çizilmesi olabilir. AKP Hükümeti de Esad’ın devrilmesinde El Nusra’ya umut bağladığı gibi IŞİD’e de umut bağlamıştı.
Peki, siz Türkiye'nin de IŞİD'i desteklediğini düşünenlerden misiniz?
Bu konuda bildiklerim beyaz alan bilgi, açık bilgi ile kara alan bilgi, gizli istihbarat arasına giren gri alan bilgileri. Bu tür bilgiler spekülasyona açıktır. Açık bir şekilde söyleyebileceğimiz husus, AKP, IŞİD’in Türkiye’yi cephe gerisi olarak kullanmasına hoşgörü göstermiş olmasıdır. Ayrıca devlet destekli bazı sözde sivil toplum örgütleri aracılığı ile Suriye’deki selefi cihatçılara yardım yapılırken, çok seçici davranılmamış olabilir.
Siz Ümit Özdağ olarak, Türkiye'nin IŞİD'e silah gönderdiğine inanıyor musunuz? MİT tırlarındaki silahların nereye, kime gittiğini düşünüyorsunuz?
Silah sevkiyatını sadece durdurulan MİT tırlarına indirgememek gerekir. Durdurulmayan MİT tırları durdurulanlardan çok daha fazla. Durdurulan tırlar, Türkiye’ye bir uluslararası mesajdı sadece. Kayıtlara geçirmek için örnek olay, diyelim. AKP Hükümeti Türk kamuoyundan gelebilecek tepkiyi azaltmak için “Silahlar Türkmenlere gidiyordu” şeklinde bir yalan söyledi. Oysa AKP’den ne daha önce ne daha sonra Türkmenlere yönelik böyle kapsamlı bir silah sevkiyat olmamıştır.
“Selefi cihatçılık tehdidi azalmayacak, artacak”
Türkiye IŞİD ile mücadele için bugün ne yapabilir?
Sadece IŞİD değil, cihatçı Selefilik hem Türkiye hem de İslam dini ve uygarlığı için bir tehdittir. Cihatçı Selefilik, hastalıklı bir bölücülüğü temsil eder. İslam’ı kendisi gibi yorumlayanlar Müslüman, diğerleri değildir. Cihatçı selefiliğe karşı verilecek mücadele sadece istihbarat-genelkurmay-polis eksenine oturtulamaz. Bu mücadelenin çok güçlü bir fikri tabanı olmalıdır. Bu ise ancak Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat fakültelerinin sağlayabileceği bir fikri temel olabilir ancak bu konuda üzerlerine düşeni yerine getirdiklerini düşünmüyorum. Tabii cihatçı selefilik ile mücadele ederken, IŞİD ile mücadele edip El Nusra ile dost olamazsınız. Türkiye IŞİD’in ve diğer selefi cihatçı örgütlerin arka bahçesi olmaktan çıkarılmalıdır. AKP’nin izni ile Türkiye içinde örgütlenen IŞİD dahil selefi örgütlenmeler tasfiye edilmelidir. Selefi cihatçılığın ortaya koyduğu tehdit azalmayacak, artacak.
Türkiye’nin Irak politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin Irak politikası da 2003’ten bu yana tam bir başarısızlık hikayesidir bence. Koymuş olduğu kırmızı çizgiler ortadan kalkmış, tahayyül ettiği Irak tamamen farklı bir çizgiye girmiş, Türkiye’nin arkasında olduğunu söylediği Türkmenler büyük bir demografik dağılım sürecine girmiş. En büyük Türkmen kentlerinden birisi olan Telafer’de 450 bin nüfus 45 bine düşmüş. Kerkük, Barzani ve Talabani’ye hediye edilmiş. Üstelik PKK’ya karşı KDP’yi kullanmak gibi ekonomik ilişkileri de karşılıklı içeren bir garip strateji benimsenmiştir. KDP ile şimdi AKP döneminde yapılan ittifakın hiç bir askeri etkisi de yoktur. Sadece karşılıklı bazı ekonomik çıkar ilişkileri vardır.
Çözüm sürecine en başından beri karşısınız. Sizce son 15 yılda Kürt sorununda atılmış adımlar olmasaydı, bu konu hangi aşamada olurdu?
AKP iktidara geldikten sonra terör ile mücadele durdurulmayıp sürdürülseydi, PKK bu kadar güçlenmezdi. PKK tarihinin en güçlü olduğu döneminden geçiyor.
Türkiye, 1991’den bu yana komşularından bir füze tehdidiyle karşı karşıya… Ama 25 yıldır bu soruna bir çözüm geliştiremedi. Sözünü ettiğiniz güvenlik riskleri söz konusuyken, silahlı kuvvetler açısından bu durum nasıl açıklanabilir?
Bu konu, Türkiye’nin savunması alanında en büyük zafiyet denilebilir. Türkiye bir an önce bu sorunu aşmalı. Sivil ve asker bu konudaki bütün yetkililer sorumludur. Bu durumun açıklaması yok, açıklamaları sadece bahane olarak görüyorum. Üstelik bu konuda ele alınan ve belirli bir aşamaya kadar taşınan çok önemli çalışmaların olduğunu biliyorum.
Arap Baharı’nın üzerinden 5 yıl geçti. Sizce ne gibi sonuçları oldu?
Arap Baharı adı verilen süreçten önceki Tunus, Libya, Mısır veya Suriye’de mi yaşamak isterdim yoksa Arap Baharı’ndan sonraki mi? Arap Baharı’ndan sonraki Tunus’u tercih ederdim. Ancak söz konusu Mısır, Libya ve Suriye ise herhalde herkes, Arap Baharı’dan önceki durumu tercih eder. Libya bölündü. Suriye ağır bir iç savaştan geçiyor, parçalanabilir. Mısır askeri diktatörlük ile yönetiliyor. Müslüman Kardeşler de bir başka tür diktatörlük peşindeydi. Özetle, Arap Baharı’nın Tunus dışında olumlu bir sonucu olduğunu söylemek mümkün değil. Tunus ise Arap Dünyası içinde Arap Baharı öncesinde de sosyolojik olarak ayrı bir vakıa idi.
Arap Baharı’nın başlarında siz Beşar Esed’in devrilmeyeceğini öngörmüş müydünüz?
Evet, Suriye’de Esat’ın iktidarda kalma ihtimalinin yüzde 65’in üzerinde olduğunu yazmıştım. Çünkü Suriye’deki rejim sanıldığının aksine Libya ve Mısır’dan farklı olarak güçlü bir sosyolojik tabana oturuyordu. Nusayriler bu tabanda kilit bir nokta oluşturuyorlar şüphesiz ancak diğer azınlıklar ve seküler Sünni taban ile yapılan güçlü bir koalisyon var. Ayrıca arkasında İran, Rusya ve Hizbullah ile yapılmış, bu üç gücün de stratejik menfaatlerine dayanan bir ittifak yapısı vardı ve bu yapının Esat için savaşmayı göze aldığı ortaya çıktı.
Ortadoğu’ya sürekli demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğünün öneminden söz eden Batı ve Avrupa, Arap Baharı ve sonrasında sizce nasıl bir sınav verdi? Halkların yanında durdular mı?
Ortak bir stratejik aklı olmayan bir Avrupa Birliği’nin Ortadoğu politikası olmadığı için etkisiz eleman olarak seyretmekle yetindi demek abartılı olmaz.
Türkiye’nin Arap Baharı’ndaki duruşu hakkında ne düşünüyorsunuz?
AKP önce gelişmelerin nereye doğru gideceğini anlamadı. Ancak Fransızlar da anlamamışlardı. Ondan dolayı, Tunus’ta Bin Ali’yi desteklemek için asker yollamaya kararlıydılar. Ancak hemen arkasından Libya’ya müdahalenin öncülüğünü üstlendiler. Erdoğan ise önce Libya’ya müdahaleye karşı çıktı. Sonra Batı’nın zorlaması ile sürecin parçası oldu. Bence AKP Hükümeti, Arap Baharı’nı geniş bir demokratikleşme çabası olarak görmek yerine, AKP’nin kardeş partisi olan Müslüman Kardeşler’i iktidara taşımaya yardım fırsatı olarak gördü. Bu süreçte de Ortadoğu’da Yeni Osmanlıcılık üzerinden liderlik inşa edebileceğine inandı. Bu liderliğin inşasına yardımcı olabilecek bir süreç olarak da İsrail ile ilişkileri germe politikasını ekledi. Sonuç, çok boyutlu bir başarısızlıktır. Erdoğan’ın 1 Ocak 2016’da “İsrail’e ihtiyacımız var” açıklaması, AKP’nin Arap Baharı ve bu çerçevede Suriye politikasının iflasının ilanıdır.
Arap Baharı'yla ortaya çıkan değişiklik talepleri için ne diyorsunuz? Ortadoğu'nun serbest seçimlerle iktidarın değiştiği sistemlere geçmesi Türkiye'nin menfaatine mi, değil mi?
Arap Baharı'nın talebi ne idi? Demokrasi, özgür seçimler, kokuşmuş tek parti elitlerinin tasfiyesi. Bu taleplerin hiçbirisine karşı çıkmak mümkün değildir. Biz Türkiye'yi yeterince demokratik bulmaz ve AKP'nin, Erdoğan'ın otoriterleşme eğilimlerini şiddetle eleştirirken, Arap dünyasındaki demokrasi taleplerine karşı çıkmak mümkün değil. Bu ilkesel bir duruş olmalı. Ancak Arap siyasal kültürünün demokrasiyi benimsemesi ve kurumsallaştırması, Arap dünyasının farklı coğrafyalarında değişik engeller ile karşılaşacaktır. Bazı ülkelerde daha kısa sürede gerçekleşecek, bazılarında uzun yıllar alacaktır. Tunus ile Suudi Arabistan aynı demokratikleşme süreçlerini yaşamayacaklardır.
Türkiye, 1991’den bu yana komşularından bir füze tehdidiyle karşı karşıya… Neredeyse 25 yıldır ne kendi füze savunma sistemini ne de füze saldırı sistemini kurdu. Bunun sebebi nedir sizce? Sözünü ettiğiniz güvenlik riskleri söz konusuyken, silahlı kuvvetler açısından bu durum nasıl açıklanabilir?
Hava savunma sistemleri konusu, Türkiye’nin savunması alanında en büyük zafiyet denilebilir. Bir an önce Türkiye’nin bu sorunu aşması gerekiyor. Sivil ve asker bu konudaki bütün yetkililer sorumludur. Bu durumun açıklaması yok, açıklamaları sadece bahane olarak görüyorum. Türkiye gibi bir ülke bu konuda çok ciddi ilerlemeler kaydetmek zorundaydı. Üstelik bu konuda ele alınan ve belirli bir aşamaya kadar taşınan çok önemli çalışmaların olduğunu biliyorum. Bu konuda yapılan iki çalışmanın aslında görmemem gereken resmi belgelerini ve belgelerin altındaki imza ve yorumu okuduğum zaman, yorumu yaparak imzalayanın vatan haini olduğunu düşünmüştüm ve hâlâ öyle düşünüyorum.
Röportajın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.