Başbakan Binali Yıldırım’ın 2017’nin ilk yurtdışı teması olarak Irak’a yapacağı ziyaret, Türkiye-Irak ilişkilerinde yeni bir sayfa açacak gibi görünüyor. Bunun sinyalleri Yıldırım’ın ziyareti öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak Başbakanı Haydar El-Abadi’yle yaptığı telefon görüşmesi sonrası karşılıklı iyi niyeti gösteren açıklamalarla verildi. Haydar El-Abadi'nin, Başbakan Yıldırım’ın ziyareti öncesinde yaptığı son haftalık basın toplantısında, ziyaretin ikili ilişkilerin ve karşılıklı ziyaretlerin güçlendirilmesi kapsamında olacağını belirtmesi, iki ülke arasındaki üst düzey ziyaretlerin devam edeceğinin göstergesi. Hatta Abadi, PKK’nın Irak topraklarını kullanarak Türkiye’yi tehdit etmesine izin vermeyeceklerini ve PKK’nın Irak topraklarını terk etmesi gerektiğini ifade etti. Bu açıklama, Binali Yıldırım’ın ziyareti öncesinde, Irak’ın Türkiye’nin hassasiyetlerini anladığı ve işbirliğine açık olduğu mesajını vermesi açısından son derece önemli.
Peki özellikle Başika krizinden sonra gerginliğin üst seviyeye tırmandığı, hatta Irak’ın, Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığını “savaş suçu” sayacağına yönelik açıklamalar dahi yaptığı bir ortamdan kısa süre içerisinde ilişkilerin yumuşadığı bir döneme nasıl gelindi?
Bunu anlayabilmek için hem ikili ilişkilerin geçmişine, hem Türk dış politikasının seyrine, hem de Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelere bakmakta fayda var.
2003’ten bugüne: Dört farklı dönem
2003 sonrası Türkiye-Irak ilişkilerinde dönemsel olarak inişler ve çıkışlar sürekli yaşandı. Bu durum iki ülkenin tehdit ve çıkar algılamalarının yanı sıra bölgesel ve uluslararası politik dinamiklerin etkisine de maruz kaldı. Bu nedenle iki ülkenin ilişkilerinde olağan bir dalgalanmadan bahsetmek mümkün. 2017 yılına kadar Türkiye-Irak ilişkilerini zamansal olarak dönemlere ayıracak olursa karşımıza aşağıdaki gibi bir tablo çıkıyor.
- Düşük yoğunluklu politik dönem: 2003-2005
- Merkez ağırlıklı politik dönem: 2005-2009
- Yerel ağırlıklı politik dönem: 2010-2014
- Dalgalı-durağan dönem: 2014-2016
2003’ten başlarsak, ABD’nin Türkiye toprakları üzerinden Irak’a geçmesini öngören ve 1 Mart Tezkeresi olarak anılan tezkerenin TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilememesiyle birlikte, Türkiye’nin ABD’nin işgali sonrası Irak’taki etkisi sınırlı kaldı ve 2005’e kadar Irak’la ilişkiler düşük bir profilde seyretti.
Ancak Sünnilerin yeniden siyasi sürece entegre edilmesi konusunda Türkiye’nin yardımına ihtiyaç duyulması ve bölgesel gelişmeler Türkiye’yi tekrar denklemin içine soktu. Bu süreç içerisinde PKK’nın tekrar eylem yapmaya başlaması, Irak’ın kuzeyinden lojistik destek sağlayarak, burayı bir üs gibi kullanarak eylemlerini gerçekleştirmesi ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Türkiye’nin Irak politikası ile çelişir bir siyasi tutum izlemesi nedeniyle Türkiye daha çok Irak merkezi hükümeti ile iyi ilişkiler geliştirdi.
2009’a kadar oldukça üst seviyeye çıkan Türkiye-Irak ilişkileri, iki ülke arasında 2008’de “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”nin kurulması ve 2009 yazında güvenlikten enerjiye, eğitimden ulaştırmaya, bayındırlıktan sağlığa 48 mutabakat muhtırasının imzalanmasıyla zirve yaptı.
48 mutabakattan sorunlara
Ancak 2010 itibariyle yeni bir seçim sürecine giren Irak’ta, Türkiye’nin yakın ilişkileri olan grupların bir araya gelerek Iyad Allavi başkanlığında oluşturdukları Irakiye Listesi’nin 7 Mart 2010’da yapılan seçimlerden birinci parti olarak çıkması, ikinci bir dönem daha başbakanlığı hedefleyen, İran’a yakınlığıyla bilinen Nuri El-Maliki’yi rahatsız etti. Böylece Türkiye ve Irak merkezi hükümeti arasındaki ilişkiler gerginleşmeye başladı. Irak’taki Şii grupların bir araya gelerek oluşturduğu Ulusal İttifak’ın yeniden Nuri El-Maliki’yi başbakan olarak seçtirmesinden sonra kötüleşmeye başlayan ilişkiler, 2011’de Suriye’de patlak veren olaylar sonrası Türkiye ve Irak’ın farklı pozisyonlar almasıyla da giderek gerginleşti.
Türkiye bu süreçte özellikle IKBY ile iyi ilişkiler kurdu ve genel dış politika konseptini ekonomi ve güvenlik ağırlıklı temellendirdi. Bu süreçte IKBY ile enerji ve ticaret alanında yapılan anlaşmalar nedeniyle Irak merkezi hükümeti ile ilişkiler de neredeyse kopma noktasına geldi.
Irak’ta 2014 seçimlerinin ardından Nuri El-Maliki’nin ısrarından vazgeçerek üçüncü dönem başbakanlıktan çekilmesi ve Haydar El-Abadi’nin yeni hükümeti kurmasının ardından Irak merkezi hükümeti ile ilişkilerin düzelmesi konusunda yeni umutlar belirmiş olsa da, Irak’ta IŞİD’in ortaya çıkması sonrası yaşanan süreç, ilişkilerdeki gerginliğin azaltılmasının önüne geçti. Hatta bu gerginlik Başika kriziyle bir üst seviyeye taşınarak, Türkiye ve Irak’ı askeri olarak karşı karşıya getirme riskini de ortaya çıkardı.
Başika krizinin yanı sıra, Irak’ın 17 Ekim’de başlattığı Musul operasyonu öncesinde, Türkiye’nin, sınır güvenliğini sağlamak için Irak sınırına asker yığması, Irak tarafından tehdit olarak algılandı. Ancak operasyonun başlamasının hemen ardından Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ümit Yalçın’ın başkanlığındaki bir heyetin Irak’ı ziyaret etmesi ve Türkiye’nin pozisyonunun Irak’a iletilmesi sonrasında gerginliğin azaldığı görülüyor.
Nitekim bu ziyaretle Başika krizinde çözüme yaklaşıldığı gibi, Musul operasyonunda yaşananlar Irak’ın da Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate aldığını gösterir nitelikte. Yine de bu ziyaretin tek başına Türkiye-Irak ilişkilerindeki yumuşamayı sağladığını söylemek zor. Detaylara bakıldığında Türk dış politikasının genel dinamikleri ve özellikle Suriye konusunda yaşanan bölgesel denklemin önemli payı olduğu ortaya çıkıyor.
Türk dış politikasında normalleşme ve Ortadoğu’da değişen dinamikler
Türkiye’nin Irak’la ilişkilerindeki yumuşama eğilimi, doğrudan Ankara'nın dış politika konseptinin değişimiyle alakalı görünüyor. Türkiye, 2016’nın Haziran ayı içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onayı ile yedi aydır kriz yaşadığı Rusya ve beş yıldır diplomatik ilişki içinde olmadığı İsrail'le barışmak için eş zamanlı bir girişim başlatarak, dış politikadaki dönüşümün sinyallerini verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ın bu gelişmeleri “dış politikada normalleşme” ve “dostları artıran, düşmanları azaltan bir dış politika” olarak ifade etmesi, dış politikadaki dönüşümün diğer sorunlu ülke ve alanlara da yansıyacağının işaret oldu.
Türkiye ve Rusya’nın ikili ilişkilerini yumuşatıp, Suriye konusunda da işbirliğine yönelik adımlar atması, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında elini güçlendirdi ve rahatlattı. Nitekim Halep’teki tahliye süreci ve daha sonrasında Moskova’da bir araya gelen Rusya, Türkiye ve İran’ın, Suriye’deki ateşkes ve siyasi süreç üzerinde anlaşması, Türkiye’ye politik hamle alanı açtı.
İran etkisi
Bu durum, Türkiye-Irak ilişkilerine de doğrudan yansımış görünüyor. Zira IŞİD sonrası süreçte İran’ın Şii milis gruplar üzerinden Irak’taki etkisini arttırdığı bir gerçek. Öte yandan 2016’nın yaz aylarında Rusya, İran, Suriye ve Irak’ın Bağdat’ta terörle mücadele amacıyla bir ortak operasyon merkezi kurduğu biliniyor. Rusya ve İran’ın ana aktör olarak Irak’ta da etkili olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’nin Rusya ve İran’la uzlaşmasının da Irak’a yansıdığını söylemek mümkün.
Öte yandan ABD’nin tutumunun da Türkiye ve Irak arasındaki yakınlaşmada payını görmezden gelmek mümkün değil. Özellikle Musul operasyonu konusunda ABD’nin inisiyatif alması önemli bir adım oldu. Musul operasyonu konusunda ABD’nin Erbil ve Bağdat'ın yakınlaşmasını ve ortak operasyon yapmalarını sağlaması, Haşdi Şaabi ve Şii milisler konusunda Türkiye ile paralel olarak katı bir duruş sergileyip, bu grupların en azından şehir merkezlerine yapılacak operasyonlara katılmasının önüne geçmesi ve son olarak Başika krizi konusunda “arabulucu” rolü oynaması da Türkiye ve Irak’ın ortak bir noktaya ulaşmasındaki en önemli etkenlerden biri oldu.
Bununla birlikte Irak içerisindeki gelişmeler de Irak’ın özellikle IŞİD sonrası süreçte Türkiye’nin desteğine ihtiyacı olacağını bir kez daha ortaya koydu. Bu noktada IŞİD’e ve terörizme karşı ortak mücadele edilmesi gerekliliğinin yanı sıra, IŞİD sonrası süreçte Irak’taki sosyal ve siyasal dengenin sağlanması, Sünnilerin siyasi sürece entegre edilmesi, IŞİD’den alınan bölgelerin rehabilitasyonu, mülteci sorunu gibi konularda Türkiye’nin önemli rol oynayacağı da Irak tarafından anlaşılmış görünüyor.
Nihayetinde Türkiye ve Irak’ın iç ve dış politikalarında kısa sürede yaşanan gelişmelerin iki ülkenin yakınlaşmasını beraberinde getirdiği görülüyor. Özellikle güvenlik ve ekonomi eksenli olarak başta Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin yeniden aktifleştirilmesi olmak üzere farklı konularda atılacak eş zamanlı ve işbirliğine yönelik hamlelerle Türkiye ve Irak arasında sağlanan bu ivme, hızlı ve çabuk adımlarla daha da ilerleyecek gibi görünüyor. Ancak bu noktada Türkiye’nin denge unsuruna dikkat ederek, Erbil ve Bağdat’ı birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olarak değerlendireceğini söylemek mümkün. Binali Yıldırım'ın Bağdat’la birlikte Erbil’i de ziyaret edecek olması, bunun en önemli göstergesi.
Bilgay Duman, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Uzmanı. Irak üzerine çok sayıda yazı ve rapor kaleme aldı; konferans, çalıştay ve sempozyumlarda sunumlar yaptı. Irak'ta gerçekleştirilen 2010 genel seçimleri, 2013 yerel seçimleri, 2013 Irak Kürt Bölgesel Yönetimi parlamento seçimleri ve 2014 genel seçimlerinde uluslararası gözlemci olarak yer aldı. Duman, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora çalışmalarını sürdürüyor.
Twitter'dan takip edin: @BilgayDuman
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.